Rusya Ukrayna Savaşı: Türkiye'nin yaklaşımı doğru mu?

2022.10.19 08:34 - Son Güncellenme: 2022.10.19 09:15
A

Bir görüş var...

Benim de katıldığım bir görüş bu.

Zira tarihi, siyasi tarih olarak okuduğumuzda bu yoruma katılmak mümkün olacaktır. 

Kimine göre krizleri fırsata çevirme kimine göre fırsatçılık yapma kimine göre ise reel politik. (Real Politic)

Adına ne derseniz deyin; ortada tezlere konu olabilecek bir politik süreç söz konusu.

Gerek Osmanlı gerekse Cumhuriyet yönetimleri açısından değerlendirildiğinde; Rusya ile bir şekilde ilişki kurulduğu görülecektir.

Kimi zaman bu ilişki modeli Batı ile ilişkileri normale getirmek için bir koz; kimi zaman ise jeopolitika gereği zorunluluk sonucu ortaya çıkan bir yakınlık. 

Yakın tarihe bakıldığında "eksen kayması" olarak yorumlanacak gelişmeler yaşandığı düşünülmüş genelde.

Her ne kadar Türkiye'nin yönü Batı ise da Rusya ve Batı karşıtı oluşumlarla bir şekilde irtibat devam etmiş hep. 

Günümüzde de öyle ya da böyle devam ediyor.

Aslında unutmamak gerekir ki, Batı ile olan çıkar çatışmalarından çok daha fazlası Rusya ve İran gibi komşularla var. 

Bu inkar edilemez. 

Sadece şu anda karşı karşıya gelinmiyor. 

Ya da bir şekilde öteleniyor. 

Bugünün koşulları bir yana ne İran ne de Rusya açısından Türkiye'nin bölgede dengeleri değiştirecek bir güce ulaşması istenecek bir husustur. 

Ama reel politika bağlamında kimi zaman Türkiye ile ilişkileri  normal seviyede tutmak istemeleri çıkarlar açısından gereklidir. 

Diğer taraftan günümüz gelişmelerini Soğuk Savaş Dönemi bakış açısıyla yorumlamak bizi doğruları görmemizden uzaklaştıracaktır.

Dünya Soğuk Savaş'tan farklı bir noktada. 

Bu açık. 

Zira 1990'lı yılların başına gelindiğinde II. Dünya Savaşından başlayan süreç sona erdi.

İki kutuplu yapı bitmiş oldu.

Uluslararası kuruluşların dünyadaki gelişmelere karşı arzu edilen konumda olamaması çok kutuplu bir yapıyı beraberinde getirmiş durumda.

Ve Soğuk Savaş süresince Sovyetler karşıtı Batı Bloğu  içinde yer alan Türkiye yeni döneme alışamamanın sıkıntısını yaşadı uzun süre.

Dünya'da Soğuk Savaş sonrasında geçen zaman diliminde taşlar bir türlü yerine oturtulamadı. 

Teknoloji gelişti.

Aktörlerin konumları değişti. 

Enerji bağımlılığı normatif değerlerle övünen ülke ve yapıları bile zorlamaya başladı. 

Dahası beklentiler farklılaştı. 

Sınırların kalktığı ya da sembolik hale geldiği bir döneme girildi. (Günümüzde düzensiz göç nedeniyle sınırlar yeniden kale olmaya başladı)

Eski sömürge devletleri bile yeni koşullarda söz sahibi olmanın yollarını aradı.

Kimi bunun bedelini ödedi, kimi ise belirli şartlar altında kendini kabul ettirdi.

Akabinde de yeni ittifaklar ile yollarına devam etmenin bir formülü arandı.

Daha yazılacak çok husus var ve verilebilecek çok örnek var. 

Ortaya koymaya çalıştığımız görüşe bakalım...

Soğuk Savaş Dönemi Türkiye için diğer ülkelere göre hayli farklıydı.

Rusya'ya yakınlığı ve Boğaz güzergahı nedeniyle yani coğrafyasından ötürü Batı nezdinde hep kıymetli oldu.

Türkiye de bunu fırsat olarak gördü. 

Aksi olduğunda kıymetini hatırlatma hamleleri de oldu elbette ama Sovyetler ile ilişki geliştirme hamleleri nedeniyle sıkıntılar yaşanmadı değil. 

Soğuk Savaş bitince Türkiye'nin Batı nezdine bu kozunu kaybettiğini söyleyenlere katılmak gerekiyor. 

Dillendirilmekten uzak durulsa da vaziyet buydu.

Söz konusu koz; uzun süre Batı silahlarını, teknolojilerini elde etme, NATO'da etkinlik ve borçlanma konusunda daha kolay bir sürece maruz kalma gibi çok sayıda argümanı içermekteydi. 

Nitekim Soğuk Savaş bitince Dünya yeni bir döneme girmiş oldu.

Türkiye de öyle. 

Sonrasında Türkiye kendini önemli hissettirmek için uğraştı bir anlamda. 

Elini güçlendirecek fırsatlar aradı. 

Daha doğrusu Jeopolitik açıdan Türkiye'ye ihtiyaç duyulmasını arzuladı. 

Karşılıklı bağımlılığın Türkiye lehine yorumlanabilmesinin yollarını aradı. 

Her zaman başarılı olunduğu söylenemez elbette.

Hükümet değişimleri de kimi zaman bunu sağlayamadı. 

Kimi zaman ise düzensiz göç konusunda olduğu üzere krizleri fırsata çevirme hamleleri oldu ama orta vadede başka sorunları da beraberinde getirmiş oldu. 

Rusya Ukrayna Savaşı istenmeyen bir durum oldu şüphesiz. 

Ölümler, yıkımlar, kararan hayatlar...

Ekonomik sıkıntılar, gıdaya ulaşamama riskleri ve daha nice olası olumsuz etkiler.

Artık kahve sohbetlerinde bile konuşulduğuna göre ülkelerin çoğu zaman çıkarlarına göre hareket ettiğini bilmeyen yoktur herhalde. 

Avrupa Birliği'nin bir değerler sistemi olduğunu saymazsak (AB ülkelerinin de çıkarları için çabaladığına yönelik izler var) ABD ve Rusya gibi ülkeler çıkarlarını ön planda tutmakta. 

Türkiye için aynı şeyleri söyleyemesek de (çıkarlarına göre hareket etse bile söz konusu ülkeler gibi değil)yeniden önemli bir noktada konumlandığını görmek mümkün. 

Yani Türkiye, Ukrayna Rusya savaşında en başta insani açıdan büyük bir sınav verdi.

Ukrayna topraklarının işgalini kınadı.

Gıda krizinin çözümünde önemli rol oynadı.

Esir takasında da öyle.

Arabuluculuk aynı şekilde. 

Şimdi de Rus gazının ülkemize ve Avrupa ülkelerine taşınmasıyla ilgili büyük bir rol üstlenmekte.

Her ne kadar İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Erozan Bursa'da Bugün yayınında bu durumu "hülle" olarak nitelese de; krizi fırsata çevirme konusunu da "fırsatçılık" olarak adlandırsa da iyimser ifadelerle "krizi fırsata çevirme ve yeniden Türkiye'yi önemli konuma getirme girişimiyle adlandırablliriz.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun da önemli bir noktada durduğunu söylemeliyiz.

Zaten milletvekillerinin TBMM'de kendisine hayli ilgi gösterilmesinde ve milletvekillerini süreçle ilgili bilgilendirmesinde kendisine güvenildiğini gözlemleyebiliyoruz. 

Yani Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bizzat rol aldığı süreçte Bakan Çavuşoğlu ve ilgili birimlerin krizi fırsata çevirme konusunda ülkeyi kayda değer bir noktada tuttuklarını görmekteyiz. 

Yazımızın başında da belirttiğimiz üzere Türkiye'yi yeninden arzu edilen ve Batı nezdinde güçlü bir konuma oturttuğunu vurgulamalıyız. 

Salt ülkeye gözle görülür bir getirisi olmayabilir. 

Ancak Batı ile olan ilişki bağlamında istenilen bir noktada durulduğunu ifade etmeliyiz. 

Batı'ya olan karşılıklı bağımlılık açısından ihtiyaç neyse gerekli pazarlık gücünden söz ediyoruz. 

Tabi bu tarz bir güç ya da mevcut durum sürekli olamaz.

Her daim bu şekilde ihtiyaç duyulan noktada olunamaz.

Krizi fırsata çevirme konusunda mahir olabiliriz ama sürdürülebilir bir modele ulaşmak önemli olan.

Dolayısıyla devletler arasındaki karşılıklı bağımlılığı sürekli kılanabilmek için jeopolitik konum önemli olmakla birlikte başka argümanlar ile desteklenmiş olması gerekmekte.

Teknolojik gelişmişlik, askeri alt yapının güçlenmesi, ekonomik gücün artması, sermayenin daha fazla ilgi göstermesi, enerjide dışa bağımlılığın azalması, dış politikada güçlü ittifaklar, diğer koşulların lehte seyretmesi, hukuka olan güvenin artması, insan haklarında üst seviyeye ulaşılması, normatif gücün oluşması, toplumsal mutabakatın sağlanması ve daha birçok unsurdan söz edebiliriz.

 

 


A

Yazarın diğer yazıları

Yazarın Tüm Yazıları